29 Eylül 2009 Salı

oh-noo!

taaa samsun'a gidecek olmak. taaa oraya.

büyük bavul, küçük bavul. içleri full dolu. boş bi gardrop. bissürü atılacak eşya. bissürü götürülecek eşya. sinir bozucu çamaşır makinası. daha sinir bozucu anne nasihatları.

keşke yatağımı da götürebilsem lan, resmen ranzada yatıcam. e ben hiç yatmadım ki ranzada?
keşke masamı da götürebilsem lan, resmen ufak bi masada çalışıcam. e ben hiç çalışmadım ki ufak masada?

keşke tatili de götürebilsem lan, resmen tıp okuycam. e ben okumadım ki hiç tıp?

26 Eylül 2009 Cumartesi

uçmak-uçmak

filmlerin, kitapların etkisinde kalıyorum ben. şimdi de douglas adams'ın bi kitabındaki ve kusturica'nın bi filmindeki "uçma" eyleminin gerçekleşebilme şekline bayılıyorum.

arizona dream'de eğer kimse sizi fark etmezse, uçtuğunuzu yani, uçabilirsiniz. evlerin camlarından filan içeri bakarak yani. ki elaine anlatır axel'e bunu gençliğinde yapabildiğini.

otostopçu'nun galaksi rehberi'nde (hangi kitapta geçiyodu hatırlamıyorum ama) uçtuğunuzun farkına vardığınız an, uçuş biter. başkalarının görüp görmemesi önemli değildir, yeter ki siz fark etmeyin uçtuğunuzu.

film olanında uçmaya, uçmayı isteyerek başlarsınız, yani elaine öyle yaparmış, gençken.

kitap olanında uçmak, düşerken dikkatinizin dağılmasıyla, yani bi anlığına düştüğünüzü unutup başka bi şey düşünmeye başlamanızla gerçekleşir, yani arthur'un yaşadığı bu.

filmde, yönetmenin filmlerinde hissedilen o naif duyguyla, süzülerek uçulur.

kitapta, yazarın espri anlayışına paralel bi absürtlük vardır, farkında olmadan uçulur.

13 Eylül 2009 Pazar

asabiyet v.s. asabiyet

pek sakin biriyle pek asabi birinin sinirlenmesi bir tutulamaz bence. baştan söyleyeyim: ben sakin insanın sinirinden korkarım.

asabi adamımız yıllardır; birisi çarpsa bağırır, maç izlerken bağırır, çay kötüyse bağırır, biri yanlış bi şey yaparsa kesin bağırır. sakin adamımız bu tip olayların hepsinde öfkesini (varsa) bastırır, sakin sakin devam eder.

tıpkı maden ocaklarında biriken metan gazı gibi, sakin insanımızın da açığa vurulmamış öfkesi vardır bence içinde. o sinirlenirse tam sinirlenir gibi sanki. asabi insanımız ise sürekli sinirini boşalttığında onun sinirlenmesi biraz tırt olur, pek sallanmaz. (belki de bu yüzden böyle kolay sinirlenen insanların neşesi pek güzel olur.)

sonuç olarak; sakin asabiyet, asabi asabiyeti çok feci benzetir.


not: iyi anlatamadım ben bunu yahu.

10 Eylül 2009 Perşembe

reklamsa reklam!

"are we want the funk, we want the funk" lalala diye giden bi şarkı var arkaplanında bu reklamın. üç adet okullu çocuk dansediyor, çok kugl bi dansları var kerataların. aynı ben.



bu arada şarkı "gerardo-we want the funk" imiş (araştırmacı blogçuluk).

7 Eylül 2009 Pazartesi

yeni mail adresim!

cekoslovakyalilastiramadiklarim@abcdefghijklmnopqrstuvwxyzabcdefghijklmnopqrstuvwxyzabcdefghijk.com


cidden!!!

5 Eylül 2009 Cumartesi

philippe "yazar" djian (alıntı #3)



philippe djian favori yazarlarımdan olmuştur, ilk defa bi kitabını okumaya başladığın andan itibaren. çeşitli durum ve konularla ilgili yaptığı değerlendirmeler mükemmeldir bence. kitaplarından not defterlerime sayfalarca not almışlığım, utanmadan sıkılmadan kimi tespitlerini etrafımdakilere satmışlığım vardır.

eşiktekiler'in ilk bölümünde nefis bi yazar-şair karşılaştırması (karşılaştırma demese miydim tesbiddir belki de tesbid) var, aklıma geldikçe gülümserim. biraz uzunca bi alıntı olcak gibi; ama bana kalsa kitabı komple alıntılardım. dikkat! ahan-da:

"henri ile birlikte mutfaktaydım, onu yarım yamalak dinlerken sakin sakin bir şeyler ayıklıyordum. şiirin her şeyden üstün olduğunu bilmem kaçıncı kez kanıtlıyordu bana. işin en korkunç yanı, haklı olmasıydı, ama ben bunu kabul etmeyi her zaman reddetmişimdir. roman yazabilirdim, bir sürü öykü yazabilirdim, ne var ki doğru dürüst tek bir şiir bile yazma yeteneğim yoktu; şiir benim çok iyi bilmediğim bir alandı. birkaç tümceyle sizi alaşağı eden, soluğunuzu kesen bu adamlara karşı sonsuz bir hayranlık duyuyordum; ancak işin can sıkıcı yanı, bunların tümünün yarı kaçık olmalarıydı. kendi kendime sorup öğrenmek istediğim sorulardan biri şuydu: acaba şiir mi insanı delirtiyordu, yoksa tersi mi söz konusuydu? ama gördüğüm şey de şuydu: bir yazar akşam yemeği hazırlayabiliyor, bir ozan ise bu sırada ayaklarını masanın altına uzatmaktan başka bir şey yapmıyordu."

son cümleyi çok sevdiğim için koca paragrafı alıntıladığımı itiraf ediyorum.

4 Eylül 2009 Cuma

dünyanın en kısa bilim kurgu öyküsü

geçenlerde tekrardan okuduğum bi gökhan özgün (favori köşe yazarım, artık yazmıyor olsa da eski yazıları tekrar tekrar okunacak cinsten) yazısında aklına gelen dünyanın en kısa bilim kurgu öyküsü dediği cümleyi yazmıştı:

dün, bütün evren yeniden kurulacak. fazla kurcalanmadığında oldukça hoş bi cümle bu. ve bence bi bilim kurgu öyküsü sayılabilir.

ama google'da biraz gezinince başka bi öykü çıkıyo karşıma çeşitli bloglarda ve sitelerde, dünyanın en kısa bilim kurgusu olarak:

profesör john, yıllardan beri zaman konusu üstünde çalışıyordu.
“fakat sonunda çözümü buldum,” dedi kızına.
“makine bizi geçmişe götürecek.”
makinedeki düğmeye bastı.
“bununla zamanı geriye çalıştıracağız.”
“çalıştıracağız geriye zamanı bununla.”
bastı düğmeye makinedeki.
“götürecek geçmişe bizi makine,” kızına dedi.
“buldum çözümü sonunda fakat.”
çalışıyordu üstünde konusu zaman beri yıllardan john profesör. (fredric brown yazmış)

istemeden de olsa ben ezberledim galiba ikisini de. artık artizlik yaparım orda burda:
"dünyanın en kısa bilimkurgu öyküsünü biliyo musunuz you luzırs? peki daha da kısasını?"